Stres, Kaygı ve Düşüncelerimiz

”Bizler düşüncelerimiziz ve düşüncelerimizin içeriğinin duygularımızın üstünde büyük bir etkisi vardır.” H. Kennerly 

Kaygı ya da anksiyete gibi sözcükleri duyduğumuzda çoğumuz gerilebiliyoruz ve kaygının her zaman olumsuz bir durum olduğu gibi bir algı karşımıza çıkabiliyor. Ancak kaygıyla çalışırken bizim amacımız kaygıyı tamamen ortadan kaldırmaya çalışmak değil! 

Stres, kaygı, korku ve endişe en temel tepkilerdendir ve yüz binlerce yıldır insanın türünü sürdürebilmesinde önemli bir rol oynamışlardır. Unutulmaması gereken şey hayatta kalmak için kaygıya ihtiyacımız olduğudur. Zaten psikoterapide de amaçladığımız şey kaygıyı yönetmeyi öğrenmek ve zararlı kaygının üstesinden gelmektir. 

Sanılanın aksine kaygı, korku ve endişe çoğunlukla fiziksel veya zihinsel bir zarar vermez. Aşırı kaygıdan ölme ihtimaliniz koltuğunuzda sakin bir biçimde kitap okurken ölme ihtimaliniz kadardır. Bu bilgi oldukça önemlidir ve özellikle panik atak vakalarının daha kolay çözülmesine imkan sağlamaktadır. 

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi kaygı oldukça normal bir tepkidir ve herkes günün belli bir anında kaygılanabilir. Gün içerisinde sık sık stres yaşarız ve bu da beynimizin tehlike algıladığı anlamına gelir. Bu yüzden strese en açık biçimiyle tehlike/tehdit algısı diyebiliriz. Kaygı ise bu tehlike veya tehdidin giderilmesi için yine beynimiz ve bedenimizin ortak çözüm arama çabasıdır.

Kaygı ne zaman bozukluk olarak kabul edilir? 

Tehlike altındayken stres, kaygı, korku ve endişenin gerekli tepkiler olduğu açıktır. Bunlar sadece abartıldıkları veya korkmaya ve kaygılanmaya gerek olmadığı zamanlarda ortaya çıkıyorsa bir sorun haline gelir. Düşüncelerimizle bir stres tepkisi yaratmamız mümkündür; zaten yaygın kaygı bozukluğu gibi bozuklukların da ortaya çıkmasının sebebi budur. Kişi zihninden geçen rahatsız edici düşüncelerle etkileşime girer ve bunlar gerçekleştiğinde başa çıkamayacağını düşünür. Bazen de kişi bunların gerçek olmadığını ve sadece birer düşünceden ibaret olduğunu bilir ancak bu tatsız düşüncelerin aklına gelmesine katlanmakta zorlanır ve aklından çıkarmak için de elinden geleni yapmak ister. Bunun sonucunda da zararlı kaygı dediğimiz durum ortaya çıkar ve kişi düşüncelerinin kontrolünü yitirdiği bir kısır döngüye girer. 

Duygusal tepkiler önce bir durumun ya da bir olayın algılanmasıyla başlar, bazen içgüdüsel tepkiler de bunları takip eder. Beynin içinde yer alan ve hayatta kalabilmemiz için önemli bilgilere hassasiyetle tepki veren Talamus nasıl bir tepki vereceğimiz konusunda Amigdala isimli başka bir bölgeyi harekete geçirir. Amgidala ayrıca ilkel beyin olarak da adlandırılır ve en temel duygusal tepkileri (korku, tiksinti, mutluluk veya mutluluk) tetikler. Amigdalanın öne çıkan özelliği ise tehdide karşı aşırı duyarlı oluşu ve zihnimizde ve bedenimizde bir takım tepkileri harekete geçirerek tehdide karşı hızlı bir biçimde yanıt vermeye çalışmasıdır. 

Stresli ya da kaygılı olduğumuzda düşünceleri neden durduramıyoruz?

Eğer bir stresle veya tehlikeyle karşı karşıya kalırsak zihnimiz ona daha fazla odaklanır ve konsantrasyonumuz ve sorun çözme becerimiz daha iyi hale gelir. Aslında bu tamamen sorun çözme ya da tehdidi ortadan kaldırmaya odaklı bir durumdur. Ancak, stres veya kaygı anında zihnimize rahatsız edici düşüncelerin sızması tabii ki tatsız bir durumdur. İnsan zihni bu şekilde çalışır; sorun yaratan ise neden bu şekilde çalıştığını kabullenememektir.

Pembe fili ya da beyaz ayıyı düşünmemek metaforları kişilere bu durumu kanıtlayabilmek için ortaya çıkmıştır. Bir şeyi ne kadar düşünmek istemezseniz o şey aklınıza o kadar gelecektir.

Düşüncelerimizin stres tepkisindeki rolü 

Beynimiz düşünce üretmek üzere evrilmiştir ve tepkilerimizin çoğunun ortaya çıkışında düşüncelerimizin etkisi vardır. Bazı düşünceleri ortaya çıktıkları gibi yakalayabiliriz bazılarını ise yakalamak oldukça zor olabilir ve bu tür düşünceleri ardında uyandırdıkları duyguya bakarak bulabiliriz. Bu tarz düşüncelere bilişsel terapide ”otomatik düşünceler” denir. 

Otomatik düşüncelerimiz olmadan tepkilerimiz çok dikkatsiz ve yetersiz olabilirdi ve bu da tehdit karşısında hayatta kalma ihtimalimizi düşüren bir durum olurdu. Esas olarak, beynimiz ve bedenimiz hayatta kalmak üzere kodlanmıştır. Tehditle karşı karşıya kaldığımızda yaşadığımız bedensel ve psikolojik değişiklikler de hayatta kalmamıza yardımcı olmak üzere ortaya çıkmaktadır.

Bir noktaya kadar, stresle baş etme yetimizin daha çok stres yaşadıkça daha iyi hale geldiğinin de farkında olmalıyız. Kısacası stres karşısında tecrübe kazanırız ve bunlar da başa çıkma becerilerimiz arasındaki yerini alır. Eğer fazla sakin ya da rahat olursak zihnimizi harekete geçirmemiz zorlaşır, bu yüzden beynimiz sürekli olarak olumsuz otomatik düşünceler oluşturarak bizi hazır tutmaya çabalar. 

Psikolojik Danışman Göksel AKKAYA