Eşitlik Nedir?

Eşitlik sadece bugün değil, yüzyıllar önce de dillendirilmiş bir kavramdır ve günümüze kadar farklı şekilde gelişimler göstermiş ve günümüzde de içinde farklı algılanmalara neden olarak varlığını sürdürmeye devam etmektedir.

Eşitlik kavramına hızlı bir giriş yapmadan önce Hammurabi Kanunlarına çok kısaca değinmemiz gerekmektedir. Hammurabi Kanunları, Babil’de yaşayanların ve toplum düzeninin tanrıların belirlemiş olduğu ebedi adalet ve evrensel ilkeler tarafından yönetildiğini ve adaleti sağlamanın da yine tanrı tarafından Hammurabi’ye bahşedildiğini ileri sürer.

Hammurabi döneminde eşitlik

Hammurabi Kanunları yazılıdır ve sıralı hükümlerden oluşur. Bunlar Hammurabi’nin adil kararlarıdır, çünkü adaletin sağlanması tanrı tarafından Hammurabi’ye emanet edilmiştir. Hammurabi bu durumdan şöyle bahseder: ‘’Ben soylu kral Hammurabi, tanrı Marduk tarafından rehberliğiyle görevlendirildiğim ve tanrı Enril tarafından benim korumama bırakılmış olan insanlığa karşı ihmalkar ve umarsamaz olamam.’’.

Hammurabi burada toplumu hakikatler, dini görevlendirmeler, ve yaşamın gerçeklerini de göz önüne alarak yönettiğini ilan etmektedir. Ancak toplum içerisindeki hiyerarşi ciddi bir önem taşımaktadır. Hamurabi Kanunlarının en büyük sıkıntılarından biri de- o zamanlar bu sıkıntı olarak görülmese de- insanları üç sınıf ve iki cinsiyete göre ayırmasıdır. Durum böyle olunca da eşitlikten ziyade toplumsal hiyerarşiden bahsedilmektedir. Hiyerarşinin kademelerinin her biri içerisinde bir eşitlik söz konusu olabilse de, hiyerarşinin kademeleri arasında geçişler yapılırsa eşitliğin varlığını gözler önüne serecek kanıtlara rastlanması oldukça zordur.

Hammurabi Kanunları, toplumdaki kişilerin hiyerarşideki pozisyonlarını kabul etmeleri halinde, imparatorluğun etkili bir biçimde yönetilebileceğini ve yaklaşık bir milyonluk nüfusun işleyen bir şekilde iş birliği yapabileceğini öne sürer. Bu kanunlar insanlara refah, iyi beslenme ve düşmanlara karşı koruma sağlamayı amaçlıyordu. Uzun yıllar da bu kanunlar geçerliliğini korudu ve işlevsellik de gösterdi.

Bağımsızlık Bildirgesi

Hammurabi’nin ölümünün üzerinden 3500 yıl geçmişti ki; Kuzey Amerika’da yaşamakta olan İngiliz kolonileri İngiltere kralı tarafından adil bir şekilde yönetilmediklerini düşünmeye başladılar. Halkın içerisinden seçilen temsilciler 4 Temmuz 1776 tarihinde Philadelphia’da toplandılar ve toplumlarının artık İngiltere kralına ait olmadığını duyurdular. Bu da tarihte Bağımsızlık Bildirgesi olarak bilinir.

Bağımsızlık Bildirgesi de, Hammurabi Kanunları gibi ebedi ve evrensel adalet ilkelerini ilahi güçlere dayandırmaktadır. Amerikan tanrısı Babil’in tanrılarından farklı bazı konulara işaret etmekteydi ve bu da Amerikan Bağımsızlık Bildirgesinin temelini oluşturuyordu; ‘’Tüm insanlar eşit yaratılmıştır, tanrı tarafından insanlara belirli haklar bahşedilmiş ve bunlar arasında da özgürlük, mutluluğun ardından gitme ve yaşam hakkı bulunmaktadır.’’.

Hammurabi Kanunları ve Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi arasında ciddi farklılıklar ve çelişkiler bulumaktadır. Birisinde insanlar hiyerarşiler içerisinde pozisyonlandırılmışken diğerinde ise herkesin tanrının huzurunda eşit olduğundan bahsedilir. Peki ya eşitlik olarak adlandırılan bu terim gerçekten nedir?

Eşitlik Gerçekten Nedir?

Hem Hammurabi Kanunları hem de Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi yanılmaktadır: eşitlik diye bir şey yoktur! Kulağa biraz sert gelebilir ancak bu kanunlarda bahsedilen türde evrensel ve adil bir eşitlikten bahsetmek imkansızdır. Bu aslında ‘’insanın’’ hayal gücünü kullanarak oluşturmuş olduğu hayali bir gerçekliktir. Tıpkı insanların bir şirketin varlığını kabul etmesine benzer. Hukuki olarak şirketin kurulmuş ve binalarının inşa edilmiş olması; şirketi bir varlık, bir gerçeklik yapmayacaktır. Şirket hukuk tanındığı sürece ve insanlar onun varlığını zihinlerinde kabul ettiği sürece var olacaktır. Ortak zihinsel bir kabullenme şirketi var edecektir. Ancak şirketin insanların hayal gücünde yer edinememesi ve kabul görmemesi, yine aynı şirketin tanınmamasına neden olacaktır.

Sapiens, yani zeki insan, derin bir hayal gücüne ve icat yeteneğine sahip olduğundan; dünya üzerinde oldukça farklı bir pozisyon ve avantaj elde etmeyi sağlamıştır kendisine. Bu hayal gücü de hukuk, para, şirketler ve ünvanlar gibi aslında gerçekte var olmayan ancak insanların zihinlerinde ortak bir biçimde var olan hayali gerçeklikler yaratmasına imkan vermiştir.

İnsanları bugün sıradan ve üstün olarak ayırmanın hayal ürünü olduğunu kolayca ayırt edebiliyoruz. Ancak insanların eşitliği gerçekten söz konusu mudur? Bu sorunun cevabı oldukça çelişkili ve değişken olabilir. Eşitliğin evrensel bir terim olduğunu kanıtlamak neredeyse imkansızdır. İnsanların eşit olduğuna kanıt olarak nesnel bir şey göstermemiz mümkün müdür? Yoksa insanlar biyolojik açıdan mı eşittirler? Ya da eşitliği yine ortak hayal gücümüzde mi kabul ediyoruz? Bunlar cevaplanması oldukça zor sorular gibi görünebilir, insanlığın gelişerek bugünlere kadar gelebilmesini sağlayan da bu tür hayali gerçekliklerdir ve bu hayali gerçekliklerin insanlığın neredeyse tamamının‘’ortak’’ kabul ettiği şeyler olmalarıdır.

Harrari, Sapiens adlı kitabında Amerikan Bağımsızlık Bildirgesinin biyolojik tercümesini yapmaya çalışmış ve ortaya şöyle bir çeviri çıkmıştır:

‘’…tüm insanların eşit yaratıldığını, bu gerçeklerin tartışmasız olduğunu, insanlara yaratıcının belirli haklar bahşetmiş olduğunu ve bu hakların yaşam, özgürlük ve mutluluk arama olduğunu iddia eder.’’

Harrari aslında burada bazı çelişkilere işaret etmek istemiştir. Birincisi biyoloji bilimi insanların yaratıldığını değil evrimleştiğini savunmaktadır. Ve kesinlikle aklımıza kazımamız gereken bir gerçek vardır: ‘’Evrim asla eşitlikçi değildir!’’. Eşitlik fikri aslında yaradılış inancının günümüze kadar getirdiği ve güncellenerek savunulan bir hayali gerçeklik durumu olarak geçerliliğini korur. Ancak evrim eşitliği değil, farklılığı savunur. Her insanın farklı özelliklere sahip olması, hayat deneyimlerinin kişiye farklılıklar kazandırması ve bu farklılıkları da üreme ve DNA yoluyla gelecek nesillere aktarması; insanların hayatta kalmalarının ve insan ırkının mevcudiyetini sürdürmelerinin anahtarıdır.

Yukarıdaki mantık yürütme insan hakları ve eşitlik savunucularını gücendirebilir. Ancak eşitlik ve insan haklarından yana olduğumu da belirtmenin gerekliliğini hissediyorum. Yalnızca hayatın bir köşesinden bakmak ve gözlerimizi diğer yönlere çevirmekten kaçınmak ilerlememizi engelleyecektir. Eşitliğin hayali bir gerçeklik yad a hayali bir düzen olduğunu kabul ediyorum. Ancak bu hayali gerçeklik ya da hayali düzen; barış içinde, daha huzurlu, daha mutlu ve iş birliği içerisinde yaşamamızı sağlayabilir.

Hayali düzenler insanlığın bugünkü haline gelmesine katkı sağlamıştır ve insanlığı daha da ilerilere taşımaya devam edeceklerdir. Eşitlik de özellikle psikolojik olarak daha sağlıklı toplumlar geliştirmek için baş vurabileceğimiz bir ortak zihin hali olarak kabul edilebilir. Bu amaçsız veya komploya dayanan bir düzen değildir. Etkin bir biçimde iş birliği yapabilir ve birleşmenin bir yolunu bulabilirsek; binlerce yıldır insanlığın kat etmiş olduğu yol gibi, ilerlememizde ciddi sıçramalar yaratabiliriz.

Psikolojik Danışman Göksel AKKAYA